12 Kasım 2010 Cuma

Ne Yazıcam Şimdi Lan?

Adını hiç sevmem direkt söyleyeyim. Kompozisyon... Yazmayı çok sevip de bu yazma eyleminin adından nefret etmek ironinin hasıdır herhalde. Bir kompozisyon isminden bir de kapitülasyon isminden nefret ettim hep. Ne bunlar lan? Adam gibi kelime bulamadınız mı arkadaşım? Sinirlendim bak, her neyse. Şimdi bu kompozisyon dediğimiz adı batasıca naneyi ilkokulda öğrendik ilk. Gerçekten öğrendik mi peki? Hayır, öğrenmedik. Klasik bir tanım dinledik, sonra öğretmenin "yarın derse çizgisiz kağıt getirin, derste kompozisyon yazacaksınız" notasıyla "üç buçuk atmak" nedir ne değildir, bunu öğrenme aşamasına geçtik hepimiz, kabul edin şimdi. Bilmiyorsun ya, geriliyorsun haliyle. Zaten ergen bile değilsin daha. Öğrencinin en alık halet-i ruhiyesidir bu dönem. Duyduğun her kavram yeni bir şey. Nedir, ne oluyor, nerdeyim ben? diye sayıklarken bir bakıyorsun elinde kurşun kalem, önünde bir çizgisiz kağıt. Saat de olmuş üç buçuk. Bi terlemeler, bi etrafa bakınmalar, bi telaşe sarıyor dört bir yanını.

Bir ilkokul öğrencisi için kompozisyon yazmanın en büyük sorunu "ne yazıcam şimdi lan?" sorusunun cevabında gizli. Gizli dediğime bakmayın siz, çoğu öğrenci için cevap belli: Bir şey yazamayacak. Kompozisyon ödevini duyduğu andan itibaren öğrencinin o an beyninde oluşan karmaşa, Einstein amcanın kafasındaki karmaşayı sallar, bir köşeye atar nakavt eder. En afilli fizik kuralı, ilk defa kompozisyon yazacak olan öğrencinin "ne yazıcam şimdi lan?" sorusundan daha kolaydır. Bu soruya verilecek cevap da, adres tarif ederken kullandığımız "caminin karşısında" sözünden farklı değildir: "yazın tatilde neler yaptığımı yazayım" En büyük öğretmen kozu bu. Başka da bir şey söylemez. Kompozisyon mu yazılacak? Yazın ne yaptığını yaz evladım. Mektup mu yazılacak? babaannene - anneannene, yazın neler yaptığını anlat. Bir öğüt hiç değişmez mi öğretmenim? Bu mu yani? Her ödevde aynı terane. Hayır, yazın bir şey yapmış olsak neyse, yazalım onu. İlkokula giden bir çocuk yazın ne yapacak ki lan? Sabah akşam top oynar, ip atlar, seksek oynar akşam eve gelir tv izler. Geceye doğru annenin-babanın sert bakışları gözetiminde odanın yolu tutulur ve uyunur. Budur yani. Hadi hiç olmadı, her yaz tatilinde yapılan "1 haftalık memleket gezisi"nden öte ne yapabiliriz öğretmenim? Kıraathane kültürü için yaşımız genç, internet kafeye gittiğimi mi yazayım sana? Kıllık edip "misket oynadım üttüm senin oğlanı öğretmenim. Ağlaya ağlaya gitti hehe" yazacaksın o kompozisyona aslında ya, neyse.

Üç buçuk atsak da o kompozisyon yazılacak, kaçış yok. Ne yazacağımıza da karar verdik diyelim. Başka bir telaşe sarıyor yine dört bir yanı: Sen de "Giriş-Gelişme-Sonuç" üçü bir aradası, ben diyeyim bermuda şeytan üçgeni. Giriş nerde biter? Nerde geliştireyim? Bu yazdığım gelişmeye mi dahil oluyor? Sonuca bağlayamadım lan derken, kağıda göz ucuyla bir bakıyorsun karman çorman bir yazı peydahlanmış, yazan belli ama ne yazıldığı belli değil. O aşamada "neyse lan yazdık işte" deyip rahatlıyorsun ya, o rahatlık uzun sürmüyor hiçbir zaman. Öğretmen bir şey daha demişti. Ne demişti? Lan! Kenar boşluklarını unuttum! Kağıdın en ucundan yazmaya başlayıp, sağdan soldan iğne ucu kadar boşluk bırakmamayı başarmış olmak demek, alacağın not hakkında çok önemli ipuçları verir sana: Otur 0!'dan bir üst seviyedesin evladım. Paragraf falan yapmadıysan o kağıdı yırt zaten. Belki yarın öğretmenin yanına gider "öğretmenim ben dün hastaydım gelemedim" der tekrar bi şansını denersin ama yemezler. Kompozisyon senin olayın değil, anlamış olursun üzülme.

En kıl olduğum şey ise, bu yazılan kompozisyonları öğretmen değerlendirir, en iyilerini sınıftaki panoya asardı. Ben kompozisyon yazma olayında anlattığım durumlara hiç düşmedim pekala ama o panoya kompozisyonları asılan sınıf arkadaşlarıma hep kıl oldum, itiraf ediyorum.

Benim yazdıklarım daha güzeldi lan ibneler!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder