29 Şubat 2012 Çarşamba

Örtmenim

1 haftadır burnum açılan baraj kapağı gibi şırıl şırıl, boğazım ise çok gamlı, çok ballı. Bu durumu bir öğretmenin en fena hali diye tanımlarsam yanlış olmaz. Sürekli burun sil, öksür boğazını temizle-yoksa konuşamazsın- kart bi sesle ders anlat. Bu iyileşme sürecini de çok uzatan bir kısır döngü halini alınca normalde 2-3 günde geçecek hastalık 1-2 hafta sürüyor. Bunları niye anlatıyorum? Söyleyeyim.

Hiç ders anlatacak haliniz yokken, ders bitse de eve gidip yatıp dinlensem diye düşünürken teneffüs zilinin çalmasıyla beraber öğrencilerin hevesle "ders bitti ya ne güzel ders işliyoduk" demeleriyle bende ne hastalık kaldı ne halsizlik. O an karşıma Balrog çıksa Gandalf gibi atarlanır "nereye lan ibne ders yapıyoruz burda, çıkşarı!" diye kovardım. O derece sevindim, mutlu oldum.

Demem o ki; güzel cümleler, güzel tepkiler insanı çok motive eden şeyler. (parçada anlatılmak istenen kısım burası. test çözenlere de bir yardımım olsun. eheh)

Yarın 8. sınıflara dersim var. Yine boğazımı sikertecek ibneler. Şimdi böyle de bi durum var yani motivasyon da bir yere kadar. lksadjflskdjh

Kendinize iyi bakın, saçlarınızı tarayın efenim.

15 Kasım 2011 Salı

Aşlık Giyecek

Benden blogcu olmaz abi. Yine unuttuk, buralar hep dutluk kaldı. Neyse...

24 Eylül 2011 Cumartesi

Sivri Burun

Uzun zaman oldu buralara uğramayalı. Daha doğrusu yazar olarak uğramayalı uzun zaman oldu. Yazar dediysek de ukalalıktan değil canım, yazan kişi olarak işte. Anladınız siz. Bunu dedim diye de ukala değilim izlenimini süblimal mesaj olarak benliğinize yerleştirmeye çalıştığımı hiç düşünmeyin! Ne diyorduk, hah. Uzun zaman oldu diyorduk. "Niye oldu neden oldu, nerelerdeydin özledik ya" diyenleri öper ve selam ederim. "Uzun zaman olduysa bize ne çok da tın yani, aa sen yazmadın mı uzun zamandır, hiç farkında değildik" gibi söylemler içerisinde olanlara küçük emrah bakışı atmakta hiçbir sakınca görmediğimi söylemek isterim. "sen kimsin la?" diyen arkadaşlar, siz yenisiniz size bi lafım yok hoşgeldiniz.

21 Temmuz'da sırf yazmış olmak için yazmışım bir şey. Ha şu blog olayına tam ısınamadım ondan da olabilir bu yazma hevessizliği. Belki kafamın hep dolu oluşundan, belki yazacak çok şeyimin olmayışından, belki buzulların erimesinden ya da böyle bir dünyaya çocuk getirmek istemediğimden. Belki de eşşe...hoop! burda duralım.

Giriş gelişme sonuç dediler geldik!

Neden yazasım geldi? Paylaşmak istediğim birkaç şey olduğunu düşündüm. Biraz da şu hiçbir şey yapmadan internette sadece okuyucu olmaktan sıkıldığım için yazmaya tekrar heves ettim diyebiliriz. Niyet ettim internet için yazı yazmaya. (dalgası da geçilmez ama allah'ım sen konuyu biliyorsun amin)

Ben yeni mezun bir öğretmenim ve bir süre işsiz idim. Bu hafta bir okulda göreve başladım ve mesleğime başlangıcımda yaşadıklarımı, duygularımı(çok içli) kimin kiminle nerede görüntülendiğini filan anlatacağım. Bu son kısmı bir magazin programından aktaracağım sizlere. Az sonra!

Göreve kabul edildiğim açıklandığında normal olarak ilk yapmam gerekenler belgeler, kayıt vs işlemleri ve sonra da bir öğretmenin inventory'sinde bulunması elzem olan kılık kıyafet, takım elbise, ayakkabı gibi staff'ların edinilmesi idi. (Diablo 3 çık hadi arkadaşım. Bak kelimeler bile karışıyor. İnventory ne demek, staff ne demek bu oyundan öğrendim lan ufakken)

Takım elbise çok sorun değildi. Halihazırda var bir takım elbisem. Ama ayağımda kundura yok! İşin komik kısmı nefret ederim kunduradan. Spor ayakkabının gözünü seveyim ama kundura ile zorunlu bir ilişkim olacak hayatım boyunca. (Spor ayakkabım sen hep kalbimdesin) 45-46 numara ayağa sahipseniz siz zaten benim ne hissettiğimi, neler çektiğimi bilebilirsiniz. Bilmeyenlere de anlatayım; MODEL YOK! Standda, mağazada beğendiğiniz bir ayakkabının 45-46 numarası var mı diye sorduğunuzda büyük bir ihtimalle "yok ama 44'ü bir deneyin bizim modellerimizin kalıbı büyük" diye bir cevap alacaksınız. Yok diyip sizi asla göndermezler. İlla deneteceklerdir sonra ayağınızdan ayakkabıyı çıkarabilmek için 5 dakika uğraşacaksınız. Büyük numara ayakkabının bir diğer kötü yönü ise görünüşü. Evet, hepinizin de bildiği gibi; çocuk mezarı gibi! Hele ki sivri burun ayakkabılar yok mu... Ben bu ayakkabı çeşidini gördükçe hayattan soğuyorum. 45 numara ayak zaten var, e ayakkabı da çocuk mezarı gibi. Bir de ne sivrisi lan?!

Aklıma bu durumla ilgili bir şiir geldi. Onu da paylaşıp devam edeyim.

"her kapı eşiğinde
çocuk mezarı diye takıldığınız
45 numara ayakkabılarımla
içinde etleri çürüyen
bir çocuk cesedi taşıdığımı
nasıl da bildiniz."
                                   Sunay AKIN

Çok yer gezdim, çok ayakkabı denedim ama beğendiğim hiçbir modelin büyük numarasını bulamadım. Üstüne bir de ayrımcılığa uğradım!



Bir mağazada 46-47-48 numaraları mağazanın dip bir köşesine koymuşlar! Siz orda takılın uzak durun bizden pislikler demişler. Ne var arkadaşım biz de bütün mağazayı gezsek? "Bunun 46 numarası var mı?" diye zırt pırt soruyoruz diye mi bu ayrımcılık?! Peeh!












Şimdilik bu kadar. Zar zor bir ayakkabı buldum başına bir şey gelmemesini ümit edeceğim artık. Tekrar o çile çekilecek gibi değil. Müsait oldukça okul hayatına, öğrencilere, mesleğimin ilk haftasındaki heyecana filan değineceğim. Düşündüm de magazin kısmına kendiniz bakın uğraşamam şimdi. Google'ye girdikten sonra oradaki yatay kutucuğa magazinsel haberini öğrenmek istediğiniz ünlünün ismini yazdıktan sonra bir boşluk bırakarak(space) uncut, frikik, nipple kelimeleri yazıp "google'de ara" butonuna tıklıyorsunuz Bu kıyağımı unutmayın.. En taro adun!

30 Haziran 2011 Perşembe

Balkon

Yazın balkonda yattığım dönemlere bir türlü gelemedik. Hep bir yağmur, kararsız-dengesiz hava, manik depresif rüzgarlar... Olaylar olaylar. Sinir stres yaptım sırf bu yüzden. Şöyle püfür püfür esen rüzgarın içinde uyumak nedir bilir misiniz ha? Sizin sorununuz ne biliyor musunuz dostlarım?! O koca kıçlarınızı kaldırıp balkon ferahlığında hiç uyumamış olmak! Ah tanrım!

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Heee

Sehven unuttuk burayı ya la. Behzat Ç. "heee"si diye bir şey var. Onyüzbin kere denedim yapamıyorum lan. pff. 1 ay sonra yine uğrarım. Hadi kalın sağlıcakla.

9 Nisan 2011 Cumartesi

Hatırlatıcı.exe

Böyle bir program lazım bana(MAC'de çalışmaması benim problemim değil. Onu da ben mi düşüneyim?!). Dün gece yatağa geçip uyuma ritüeline başlamadan önce aklıma bloga yazacak bir sürü konu ve fikir gelmişti. "Unutmam yea, yataktan kalkıp kalem kağıtla uğraşmayayım şimdi" dedim üşenerek. İyi halt ettim. Tek kelime hatırlamıyorum ameneke! Hepsi uçtu gitti. Konuyu hatırlasam, yazacaklarım az çok aklıma gelecek de yok, gelmiyor aklıma. Şu iki dizeyle selamlıyorum sizi. Çok duygusal da bir insanım.

Zihnimdeki kara delik,
Gelsin artık yeşil erik!

12 Mart 2011 Cumartesi

Ses Veriyorum

Sevgilimle starbucks'a gidip latte alıcaz, sonra o bana içirecek latteyi. "bebek'te latte keyfi" olacak. öhöhöhöşkeljfglşjhsflşgjh

Böyle bir başlangıç yapmak istemezdim amma tıynetim bu; tıynetsizim. Hiç de gocunmuyorum hava değişimine ihtiyacım yok. Güzel yani, valla. Deneyin, farkı hissedin.

Ne diyecektim, hah. 1-2 bir şey diyip gideceğim. Giderim var her daim.

Bir arkadaşın telefon konuşmasını aktarmadan şurdan şuraya gitmem mesela. ttnet dediğimiz dandik hizmet, tarife reklamı yapmak için arıyor evi. Ev dediğim de öğrenci evi. Evde 3-4 kişiyiz, ben yatakta uyanık vaziyette yatıyorum. Diğerleri de oyun filan oynuyor ki zaten gereksiz bilgi bu napıcaksınız sanki.

dirililililili...(telefon sesi)

Arkadaşım: alo.

ttnet: merhaba ben türk telekom'dan arıyorum hede hödö beyle görüşebilir miyim? 8mbit sınırsız net tarifesi hakkında bilgi verecektim de.

Arkadaşım: buyrun benim de ben sizin türk telekom'dan aradığınızı nerden bileceğim?

Ben içimden: ahahhahahakjlghfkdslghdjklghkalhgfkjhkjh

ttnet: efendim numaramız telefonununuzun ekranında görünüyor.

Arkadaşım: bizim telefonda ekran yok.

Ben dışımdan: OBAAAAHAHAHAKJLDFHALKGHFGKLGH

(gülüşmeler...)

ttnet: efendim numaramız 444 falan filan.

Arkadaş: haaa tamam o zaman. ("çirkefliğin dibine vurdum yeter artık" dedi sanırım ki daha da uzatmadı.)

Bu da böyle bir animdir. Çok ani gelişti her şey. :/


Bu arada, kışın muhabbet kuşunuza tahin pekmez yedirmek gibi abuk bir uğraş içerisine girmeyin. Ölüyorlar. :/ Yine bir arkadaştan bildirdim efenim. Annesi kuşa tahin pekmez yedirmiş. Niye öyle bir şey yapmış annen lan? dedim, "soğukta iyi gelir" diye düşünmüş annesi. Anne şefkati bazen ters tepebiliyor-muş...