15 Ekim 2010 Cuma

Hiç Tanımasan da Özlersin.

Benim dedem demirciymiş. Arabasıyla yola çıkıp demir satın alanlardan değil de, demiri işleyenlerdenmiş. Ben hiç görmedim onu. Göremedim desem daha doğru aslında. Çok zaman önce vefat etmiş. Herhalde bir 40 sene var sanırım. Babam bile çok ufakmış ki o bile tam hatırlamıyor babasını.

Hayatımda eksikliğini hissettiğim pek bir şey yok. Yani eksiklik derken, gerçekten ihtiyacım olan ya da olmasına ihtiyacım olduğunu düşündüğüm şeyleri kastediyorum. Çok klişe gelse de mesela paranın eksikliğini hissetmedim hiç. "ne az ne de çok" şeklinde özetleyebileceğim bir gelirim oldu benim. Gelir kaynağıma gelince; normal olarak babamdı. Çoğu insan için olduğu gibi. Ben babamdan para isteyemem pek. Çekindiğimden değil de, huy olmuş daha çok. Ufakken bile hep anneme söyler, ondan alırdım harçlığımı. Evin geçimine bir katkım olmaması, para kazanmak için sabahtan akşama kadar çalışan biri insandan para isteme eğilimimi engelliyordu sanırım. Sırf bu yüzden parasız kaldığım bile olmuştur. Annem ne zaman evde olmasa bilirdim ki o gün zor geçecek. Ya babam kendisi verecekti ya da parasız öylece oturacaktım evde. Ufak bir velet olduğum için elime öyle çokça para da geçmiyordu haliyle. Sözün özü; babadan para istemek zor, baba olmak daha da zor.

Eksiklik demiştim. İşte hayattaki tek eksikliğim, olmasına ihtiyaç duyduğum tek şey dedemdir. Babam için ise hayattaki tek eksikliği; babası... Eksik olan iki kişi aynı kişi. bizi, yani babamla beni tamamlayacak kişi.

Eski bir fotoğrafı var. Renksiz. Fotoğrafın bir kısmı yırtılmış. Dedeme ait elimizdeki tek kaynak bu. Babam fotoğrafa bakıp anımsamaya çalışıyor. Hatırlar gibi oluyor ama kesin bir anı yok. Buğulu, hiçbir zaman tam olarak hatırlanmayan, hatırlanamayan bir rüya gibi onun için. Fotoğrafta 3 kişi var. Siyah saçlı, uzun boylu, cüsseli, dik duran bir adam. Tam ortada. Diğerlerinin kimliği belirsiz. Benim için ise önemsiz... Onlar da birilerinin babaları, dedeleri ama benim ilgilendiğim o uzun boylu, cüsseli demirci adam.

Büyük bir kaya -içi oyuk bir şekilde- köydeki evin önünde dururdu. Her ne kadar baba memleketine 3-4 defa gitmiş olsam da köyle alakalı aklımda kalan tek şey budur. Dedem, bu içi oyuk büyük kütleyi demir eritmek için kullanıyordu sanırım. Ondan kalan pek bir şey yok. Ne bir eşya ne de bir anı. Yani bana dedemi, babama da babasını anlatacak tek bir eşya yok. Bir ev bir de içi oyulmuş kaya. Bunun da bir ismi vardır ama ben bilmiyorum. Çok da önemli değil. Demir eritilen kap işte. 

Dede figürü çok ayrı bir kavram benim için. Belki de hasretini çektiğim içindir. Belki de dizinin dibine hiç oturamadığım ya da kucağında uyuyakalamadığım için özlüyorum onu. Hiç sahip olamadığım halde. Anlayacağınız, insan bir şeye sahip olamasa da özlüyormuş.

Köyde tanıdığım pek kimse yok. Dedemi tanıyanlar da ya ölmüş ya da farklı şehirlere oğullarının, kızlarının yanına taşınmışlar. Bana onu anlatacak birileri de yok anlayacağınız. Ne bir eşyası kaldı ne de onu tanıyan birisi. Konuştuğum kişiler de pek bir şey hatırlamıyor. Tek bildikleri ya da hatırladıkları diyelim, siyah saçlı, uzun boylu bir adam.

Köye ilk gidişim ile aklıma kazınan oyuk kaya parçası, yıllar sonra tekrar köye uğramam ile hayal kırıklığına dönüştü. Çünkü, kırılmıştı. Kim niye kırmış bilemem ama dedemden kalan son şeyi de maziye gömmüş oldu.

Artık zihnimde canlanan kişi var sadece. Hem benim hem de babam için. Bazen babamın yerine kouyorum kendimi. Kendi babamı hatırlayamadığımı hayal diyorum. Babasız büyümek.. Şu iki kelimeyi yazarken bile zorlanıyorum.

Dedem; siyah saçlı, uzun boylu, cüsseli, dik duran bir adam. Demirci. uzanıyorum yatağıma, kapatıyorum gözlerimi. Onu düşünüyorum. Kah dizinin dibinde oturuyor kah kucağında uyukluyorum. Hiç görmemiş, tanımamış olsam da onu özlüyorum.




NOT: Ekşi Sözlük'te yazmıştım bunu zamanında. Belirteyim; http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=18288820 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder