12 Mart 2011 Cumartesi

Ses Veriyorum

Sevgilimle starbucks'a gidip latte alıcaz, sonra o bana içirecek latteyi. "bebek'te latte keyfi" olacak. öhöhöhöşkeljfglşjhsflşgjh

Böyle bir başlangıç yapmak istemezdim amma tıynetim bu; tıynetsizim. Hiç de gocunmuyorum hava değişimine ihtiyacım yok. Güzel yani, valla. Deneyin, farkı hissedin.

Ne diyecektim, hah. 1-2 bir şey diyip gideceğim. Giderim var her daim.

Bir arkadaşın telefon konuşmasını aktarmadan şurdan şuraya gitmem mesela. ttnet dediğimiz dandik hizmet, tarife reklamı yapmak için arıyor evi. Ev dediğim de öğrenci evi. Evde 3-4 kişiyiz, ben yatakta uyanık vaziyette yatıyorum. Diğerleri de oyun filan oynuyor ki zaten gereksiz bilgi bu napıcaksınız sanki.

dirililililili...(telefon sesi)

Arkadaşım: alo.

ttnet: merhaba ben türk telekom'dan arıyorum hede hödö beyle görüşebilir miyim? 8mbit sınırsız net tarifesi hakkında bilgi verecektim de.

Arkadaşım: buyrun benim de ben sizin türk telekom'dan aradığınızı nerden bileceğim?

Ben içimden: ahahhahahakjlghfkdslghdjklghkalhgfkjhkjh

ttnet: efendim numaramız telefonununuzun ekranında görünüyor.

Arkadaşım: bizim telefonda ekran yok.

Ben dışımdan: OBAAAAHAHAHAKJLDFHALKGHFGKLGH

(gülüşmeler...)

ttnet: efendim numaramız 444 falan filan.

Arkadaş: haaa tamam o zaman. ("çirkefliğin dibine vurdum yeter artık" dedi sanırım ki daha da uzatmadı.)

Bu da böyle bir animdir. Çok ani gelişti her şey. :/


Bu arada, kışın muhabbet kuşunuza tahin pekmez yedirmek gibi abuk bir uğraş içerisine girmeyin. Ölüyorlar. :/ Yine bir arkadaştan bildirdim efenim. Annesi kuşa tahin pekmez yedirmiş. Niye öyle bir şey yapmış annen lan? dedim, "soğukta iyi gelir" diye düşünmüş annesi. Anne şefkati bazen ters tepebiliyor-muş...

8 Mart 2011 Salı

Bir Saçmalıklar Silsilesiyesi

* Bir tiyatro oyunu düzenleyip, oyunun biletlerini haftalar boyunca kendim alarak oyunu hep kapalı gişe oynatma planım var. Tabii böyle bir durumda ne oyuncuya ne de bir oyuna ihtiyaç var. Ortada hiçbir şey yokken merak edilen bir oyun olacak. Herkes oyunu konuşacak. Ama kimse izleyemeyecek.

* Ben yönetmen olsam, anlaşılmaz bir film çeker ve yıllar yılı milleti merak içinde bırakırdım. Herkes filmden bir anlam çıkarmaya çalışırdı. Kıs kıs gülerek "film saçmaydı beyler" derdim sonra.

* Ben bir balina olsam rejim yapıp kilo verir alemde cool olurdum. Düşünsenize, sıska bir balina... Çok afilli!

* Küçükken kabartma tozunu çok matah bir şey sanırdım. İlkokulda fen dersinde öğretmenim "kabartma tozu da bişey bişeyden ibaret mesela" demişti de hayal kırıklığına uğramıştım. Sodyum bikarbonatmış altı üstü.

* Ben öğretmenime yanlışlıkla hiç baba demedim.

* Bir gün evde telefonumu kaybettim. Sonra arkadaşımı aradım "beni bi çaldırsana telefonun sesini duyup bulayım" dedim. Önce kısa bir sessizlik oluştu. "Olm mal mısın?" dedi. "Bazen" dedim, "ama şimdi konumuz bu değil." "Lan mal, kendi telefonunla aradın beni" dedi. Telefonu kulağımdan çektim, telefona baktım, evet kendi telefonuma bakıyordum. Bu konuda daha sonradan fark ettiğim apayrı bir mallığım daha varmış. Arkadaşımı ev telefonuyla aramış olsam bile, niye arkadaşımı arıyorum ki? "Ev telefonuyla kendi telefonunu araman lazımdı dingil!" dedim kendime. Cevap vermedi...

* Fonda gülme efektli diziyi ilk defa izlediğimde irkilmiştim. "Kim güldü lan?" diye içimden geçirdim. İyi ki içimden geçirmişim. Diziyi beraber izlediğim arkadaşlarıma çaktırmamış oldum bu durumu. Sesli gülerdi piçler.

* Tadında bırak, tuzunu çok katma.

* Saçmalık, saçmaların içine koyulduğu kutuya denir.

3 Mart 2011 Perşembe

Merhamet

Sonra bir gün dedim ki, "sonra bir gün gideriz..."
"Sessiz olmalı ortam" dedim. "Seni duyabilmeliyim..."
"Anladım" dedi, "haklısın."
"Anladığına sevindim" dedim. "Bir insanı anlamak, ona daha da yaklaşmak demektir."
O bir şey demedi, Gözleri aşağıya bakıyordu. Ben devam ettim: "yaklaş bana" dedim.
"Uzak değilim ki" dedi. Sesi incelmişti. İnanmıyordu bu söylediğine.
"Sanırım çoğu insan, inanmadığı bir şeyi doğruymuş gibi söylemeyi beceremiyor." diye düşündüm. Yüzüm hafiften asılmıştı. Hemen toparladım kendimi. Anladığımı bilmesini istemiyordum.
Susuştuk. Söyleyecek bir şeyi yoktu. Uzaktı, "bunu bildiğimi hissediyor" diye düşündüm. Söylemeye cesaret edemiyordu sadece.
Sonra birden doğruldu, bir şey söylemeye hazırlıyordu kendini. İçinden "hadi biraz cesaret!" dediğini duyar gibiydim. Yine yüzüm asılmıştı. Bu sefer gizlemeye çalışmadım.
"Ben" dedi, sesi yine ince çıkmıştı. Daha önce sesi hiç öyle ince gelmemişti kulağıma. Birkaç saniye başka bir şey söylemedi. Cesareti kırılmıştı, oturduğu yere sinmiş bir hali vardı. Sanırım o ince sesi kendisini de kötü hissettirmişti. İçimi bir ürperti kapladı. Engel olamadım, elim titredi bir an. Yıllar önce, bana olan sevgisini itiraf ettiğinde yaşamıştım aynı titremeyi. O zaman yüzüm gülmüştü.
Doğruldu, tekrar "ben..." dedi. Sesi bu sefer düzgündü. "Eskisi kadar sevmiyorum seni" dedi. Gözlerime bakamıyordu. Aslında hiç sevmiyordu artık. Biliyordum, birkaç ay önce bunu hissetmeye başlamıştım. En başta gözlerinden anlaşılıyordu bir süredir. Bana baktığında yüzü zoraki gülüyordu. Gözlerini gözlerimden kaçırdığını ilk fark ettiğimde anlamıştım, sevmiyordu artık. Bana olan hissiyatı sadece merhametti...